28 Ağustos 2010

Bana bir varmış de,


Bir varmış bir yokmuş deme.

İçime dokunuyor...
 
can yücel

30 Haziran 2010

SEVGİYİ TUŞLARLA MI YAZIYORSUNUZ..



Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?






Müşfik KENTER

20 Haziran 2010

RAKI ŞİŞESİNDE BALIK OLSAM...


Yalnız Bir Opera




Aslında "içki" değildir rakı.
Yurt sevgisidir örneğin.
İki tek attın mı "n'olacak bu memleketin hali?" diye endişelenmezsin aksi olsa...
Tıp bazen çaresizdir, o ilaçtır.
Gurbete bile iyi gelir.
Kontörsüz muhabbettir.
Büst gibi oturan adamın bile çenesini açar, gülümsetir. Kahkahadır.
Hatıraları kaydeden hard disk'tir.
Botoks'tur bir nevi.
En kaknemi bile bir başka görünür gözüne.
Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır... İçilir, güzelleşilir.

Herkesin gençlik hatası olabilir. Bira içersin.
Sonradan para kazanıp tenise başlayınca, şarap içmeyi matah
zannedersin.
Amerika'da TIR şoförlerinin içtiği viskinin dublesine Etiler'de TIR
parası ödersin, ayrı...
Ama kürkçü dükkânıdır.
Döner dolaşır, gelirsin...
Çocuktur, ağlarsın. Hele beyaz "p"eynir ile "k"avun olursa sağında
solunda.
Örgüttür.


PRK...


Ama bölücü değil, birleştirici... Türk'ü de içer, Kürt'ü de, Laz'ı
da...Sor bak, Ermeni'si de, Rum'u da, Yahudi'si de... AB'cidir.


Çünkü Rum öyle bir meze yapar ki, helali hoş olsun, Kıbrıs'ı veresin
gelir..
Madem yasaklayacaksın rakıyı...
Neden balık avlıyorsun o zaman? Şerbetle mi yiyeceksin lüferi?
Ne anlamı var deniz börülcesinin, rokanın, radikanın, cibezin... İnek
miyiz biz?Yoksa Şakşuka'yı şarkı mı zannediyorsun sen? Yanlış şiir okuyorsun, hapse giriyorsun...
Oku bak ne diyor dünya güzeli Orhan Veli...





Eskiler Alıyorum

Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum


Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum
Bir de rakı şişesinde balık olsam...

 
                                                                    ~~ALINTI~~

not: rakı kral içkidir, sohbetide ortamıda güzeldir anlayanla ağzıyla içenle... üstüne altına yabancıları sokmadan hele bu sıcaklarda pek güzel gider. afiyet olsun...

17 Haziran 2010




Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.


                               Orhan Veli Kanık ~~

13 Haziran 2010

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil


Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil


Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha bir değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
Birçok çiçek adları gibi güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil

Birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil


Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil


                                                                  Cemal Süreya~~

07 Haziran 2010

öyle zamanlar tehlikelidir şemsettin

ya gel cebime saklan ya bırak şapkana saklanayım

kim vurduya gider insan fırsat yok ki kendimi savunup aklanayım

bir ara sende biliyorum kedilerden korkuyordun

çünkü kendini işkembe zannediyordun

böyle bir şey bende atlattım

iskemle sandım kendimi bi süre

üzerime oturacaklar diye korkulardaydım

ama sonra yırttım şemsettin

kendime telkinler yaptım “sen iskemle değilsin” diye diye

inandırdım kendimi , sana hak vermiyor değilim ama şemsettin zaman kötü

aslında ne sen ne ben ikimizde deli falan değiliz herkes oynatmış

sadece senle ben normaliz

ama şemsettin laf aramızda

laf aramızda…

laf aramızda…

şemsettin laf aramızda kaldı çıkamıyor kendini ifade edemiyor bir türlü…

ama çok dikkatli olalım şemsettin

sende farkettin zaman kötü en iyisi biz işi deliliğe vuralım

sen kedilerden kork işkembesin diye,

ben insanlardan korkayım iskemleyim diye,

ve iskemle üzerinde işkembe,çarşamba,perşembe

gün say şemsettin gün say…

çünkü nasıl olsa bir gün gelip bizi alacaklar

bu işten yırtmak için saat numarası yapalım

sen yelkovan ol ben yengeç

soranlara tek cevap verelim “vakit çok geç”

vakit çok geç

vakit çok geç şemsettin geldiler…

                                       Müjdat Gezen ~~

03 Haziran 2010



BEŞ SATIRLA
Annelerin ninnilerinden
spikerin okudugu habere kadar, 
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalani,
anlamak, sevgilim, o, bir müthis bahtiyarlik,
anlamak gideni ve gelmekte olani.


1946


Nazım Hikmet Ran




31 Mayıs 2010

RAHATI KAÇAN AĞAÇ

Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın.
Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsimi, rüzgarı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı.
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin





KOŞTUM GELDİM



Koştum geldim ta sınırına değin.
Burdan ötesi suskunluk, zaman



Ve gözlerin. Delilik denizlerim benim.
Yitişimin inatçı gömütleri.

Boşalmış bir dünyada senin sessizliğini
Derleyen kayırmasız saat.



Hadi dönüyorum eski yerime hiç,
Belki senden, belki başka şeylerden.




                                                         Melih Cevdet Anday~~

29 Mayıs 2010

Pablo Neruda

Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
Çünkü iki yüzüyle çıkar karşına hayat.
Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın
Ateş de pay alır kendine soğuktan.


Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
Sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
Bir yolculuğa yeniden başlamak için:
Bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.


Sanki ellerimdeymiş gibi mutluluğun
Ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
Hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.


Sevgimin iki canı var seni sevmeye.
Bu yüzden sevmezken seviyorum seni
Ve bu yüzden severken seviyorum seni.

24 Mayıs 2010

bir hayal kahvesinde

oturup ömür çayından içiyoruz.

her seferinde biraz daha az yaniyor dudaklarimiz.

her seferinde biraz daha soğuk çayımız.

kahvede yıkılmak uzere zaten...

gelenler aynı, gidenler ayni...

çıkalım mı artık bu kahveden?

bir yudum daha mı? neden???

yanmadı mı dudaklarin hala....?

seni sevdim

seni birden bire değil

usul usul sevdim.

"uyandım bir sabah" gibi değil

nasıl yürür özsu dal uçlarına

ve gün ışığı sislerden düşsel ovalara...

seni sevdim

artık tek mümkünüm sensin

                                                                            Gülten Akın~~

21 Mayıs 2010

Siz Gelene Kadar


Maliye bakanlığı'nda en üst mevkilere kadar çıkmıştı Cemal Süreya. İstifası da bir maliye bakanıyla restleşmesi sonucunda oldu. Son olarak İstanbul'da Darphane müdürü olarak görevlendirilir. Dönemin Maliye Bakanı 'nın Darphaneyi denetlemeye geleceği haber verilir kendisine. Ortalık derlenip toparlanır. Bakan , Cemal Süreya ile farklı siyasi görüşte oldukları için biraz da kusur aramaya gelmiştir Darphane'ye. Binayı dolaşır denetimini yapar ama hiç bir aksaklık bulamaz. Sonunda etrafa göz gezdirir ve ''Ortalığı temiz görmedim " der. Cemal Süreya'nın yanıtı memuriyetinin de sonu olur : " Siz gelene kadar böyle değildi.


( Alıntı: Bir Gazete Yazısı )




HÜKÜMET


Bu hükümet
Pir Sultan'a pasaport vermiyor,
Onu anladık.


Yunus Emre'ye de
Basın kartı vermiyor,
Onu da anladık.


Ama bu hükümet
Ferman çıkarmış

Karacaoğlan'ı
Otobüse bindirtmiyor.

                        Cemal Süreyya ~~

20 Mayıs 2010

Biraz değiştim

Biraz değiştim,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Değiştim…



Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
Ben benimle savaşıyorum,
Seninle değil…



Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın,
ne kazanabileni ne de kaybedeniyim…
Sorun değil…



Elbet Alışırım…
Biraz alıştım.
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…



Alıştım!
Varlığını istemediğim tüm eksik yanları
Ve çokluğunu da, yokluğunu da istemediğim
iki arada bir derede duyguya alışıyorum…
Bir yanım bırak diyor bir yanıma
Kesin değil! Henüz tanıştık…
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…





Tanıdığımı sandığım bana daha yakınım artık
Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda
Ve aynalarda ağlarken gördüklerim kendi tarafımda
Bir yanım memnun oldum diyor,
bir yanım tanıyamadım daha
Samimi değil…
Bir hayli kırıldım…
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…



Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime
Gözlerimden tut da ciğerlerime kadar kırgınım…
Aslında ne sana, ne olanlara…
Kendime kırgınım!..
Maziye hiç değil, ân'a kırgınım
Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına
Dinlediğim şarkılarda bana seni anımsatan şarkıcılara
Beni anladığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşuna
Bir hayli kırgınım…
Beni ben kırdım oysa…
İyi değilim.



Galiba yoruldum…
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…



Kalbime, kalbimi kanıtlamaktan
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan
Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum
Aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum!..
Sadece beni kaybettikçe seni kaybediyorum.
Şu kalp denen, beni bana sorgulatıyor artık
Ki Seni sorgulamamasını nasıl beklerim?!..



Toprağa bakan yanım senden zaten ayrı
Sana bakan yanımsa toprakla aynı
Hıh! Ne yaparsan yap, gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin!



Gözlerim yorgun…
Dudaklarım, dudaklarım hissiz…
Dokunulmadan geçen yıllar bana ağır…
Sarılmadan geçip giden uğurlamaların, kavuşmaları hep beklentisiz
Söyleyemediklerini söylesende şimdi
Sesine aşina yanım, onca sessizlikten sonra artık sağır!
İsteyerek değil…
Çok çalıştım



Paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine
Beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkiye
Ve bence bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
Daha öncede gitmiştim…
Çok çalıştım…
Paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine
Beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine
Ve bende bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen
Gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için
Çok çalıştım…
Daha öncede gitmiştim…
Kendi isteğimle…
Anladım ki daha önce sevmemiştim!



Çok çalıştım inan
Değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye
Her defasında daha da tozlanan canımı kırmadan korumaya
Ve alışmaya kendime…
Bu göz gözü görmez dumanlı halime
Çok alışmaya çalıştım hem de…



Tanıştım seninle doğan yanımla da, ölen yanımla da
Birini yaşattım! Yaşatıyorum da hala
Ama diğerinin ölmesine engel olamıyorum da
Yorulmak, dinlenmekten geçmiyor
An be an çöküyor, insanın içindeki güç
Işığı sönüyor…
Beyaza dönüyor rengi git gide
Hissizleşiyor…



Ne yormak istedim Seni,
Nede yormak kendimi
Çok çalıştım
Gitmeye de kalmaya da…
İkisi de aynı acı, ikiside rezil
Daha öncede gitmiştim
Ama böyle kalarak değil
Böyle kalarak değil




                  Can Yücel ~~

19 Mayıs 2010

Kürk Mantolu Madonna

      Uzun zamandır çevremde tanıdık ellerde gördüğüm bir kitaptı. Etrafta olmayınca göz aşinalığıyla aldım sonra ve geç kaldığımı anladım okumak için.
      Derine inilen çok karakter yok. Ancak kitap aslıda bunu anlatıyor zaten, çevremizde kalabalık gibi duran, dikkatimizi çekmeyen insanların bize; yabancı ve sıradan gelişlerinden bahsediyor. Bir kalıba uygun hareketler ve hayatlarında edindikleri rolleri ile gözümüzde değersiz olduğunu bir kez daha farkettiğimiz o insanların arasından sessiz, mahçup bir adamın yaşama dair meziyettsizliğine dikkat çeken sonra alelade gelen bu adamın yaşama dair meziyetinin sevmek olduğu anlaşılıyor.     
        Romanın başında anlatıcının hayatı ve olaylara bakış açısı bizi hergün yaşadığımız hayatların aşinalığından farkındalığa yönlendiriyor. Sonrada o alelade adamın, Raif'in görüntüsü beliriyor okuyucunun zihninde. Anlatıcının gözlem yeteneği sessiz ve soluk bir renk taşıyan varlığının gözle görülenden daha fazlası olduğu anlatılıyor. Belirgin canlı bir renkler gözümüzü alması yerine, arada kalmış ışığını yitirmiş bir adamın çok daha sade, o ışık karmaşasından uzak, net ve olumsuzluğu ile gerçek bir cevabını ulaştırıyor bize hayatla ilgili Maria Puder ve Raif'in hikayesi...

-spoiler-

"insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.


....


hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. insanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden herşeyi bırakıp kaçarlar.


...


muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ancak birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gidecekti. bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, herşeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu"

...

'' insanlar birbirlerini ne kadar iyi anliyorlardi... bir de ben bu halimle

kalkip başka bir insanin kafasinin icini tahlil etmek, onun düz veya karışık ruhunu görmek istiyordum. dunyanin en basit, en zavalli, hatta en ahmak adami bile, insani hayretten hayrete düşürecek ne muthiş ve karişık bir ruha maliktir!.. niçin bunu anlamaktan bu kadar kaciyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkinda hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafi hakkinda söz söylemekten kaçındığımız halde ilk rast geldigimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatıyla öteye geciveriyoruz? ''

...

'' kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, bu öyle olmayabilirdi! düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.
...
 
''insanlara kızmaya imkan yoktu, çünkü insanların en kıymetlisi, en iyisi, en sevgilisi bana en büyük kötülüğü etmişti; diğerlerinden başka bir şey beklenebilir miydi? insanları sevmeme ve onlara tekrar yaklaşmama da imkan yoktu; çünkü en inandığım, en güvendiğim insanda aldanmıştım. başkalarına emmiyet edebilir miydim?''
 
...
 
Maria:
"şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum." dedi. "bu eksiklik sana değil, bana ait...bende inanmak noksanmış... beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanmadığım için sana aşık olmadığı zannediyormuşum... bunu şimdi anlıyorum. demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar.... ama şimdi inanıyorum... sen beni inandırdın. seni seviyorum. deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum... seni istiyorum...içimde müthiş bir arzu var... bir iyi olsam!"




dip not: Madonna:
(Resim, Heykel) Çocuk İsa ile "Meryem Ana"yı gösteren resim ya da heykel
Sevgileri yarınlara bıraktınız.
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz.)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz,
Çirkindi dar zamanlarda bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.


                                  Behçet Necatigil ~~

17 Mayıs 2010

Pergel

Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz
İki başımız var, bir bedenimiz

Ne kadar dönersem döneyim çevrende
Er geç başbaşa verecek değil miyiz?

                            Ömer Hayyam ~~



Mum Alevi ile Oynayan Kedinin Öyküsü ~~


Bir mum yanıyordu bir evin bir odasında
O evde bir de kedi vardı.
Geceler indiğinde kendi havasında
Mum yanar, kedi de oynardı.
Mumun yandığı gecelerden birinde
Kedi oyunlarına daldı.
Oyun arayan gözlerinde
Mumun alevi yandı,
Baktı,
Mumun titrek alevinde
Oyuna çağıran bir hava vardı.
Oyunlarını büyüten kedi büyüdü
Kendi türünde çocukcasına,
Döndü dolaştı, yavaş yavaş yürüdü
Geldi mumun yanına, oyuncakcasına.
Bir baktı, bir daha, bir daha baktı
Mumun alevinin dalgalanmasına
Uzandı bir el attı.
Bıyıklarını yaktırmadan anlamayacaktı..
İlk kez gördüğü mumun yakmasına
İnanmayacaktı.
Kedi, oyunlarında büyüyordu,
Mum, üşüyordu yanmalarında.
Zaman ikili yürüyordu
Aralarında.
Bir ayrışım görünüyordu
Birinin yanmalarında
Öbürünün oynamalarında.
Kedi oyunlarında büyüyordu,
Yitirerek gitgide oyunlarını.
Mum küçülüyordu yanmalarında,
Yitirerek gitgide yakmalarını.
Oynarken büyüyen kedi yanacak,
Aydınlatırken küçülen mum yakacaktı.
Küçülen yaka-yaka aydınlatacak,
Büyüyen yana yana anlayacaktı.
Bir mum yanmasından
Ve bir kedi oyunundan
Kaldı sonunda
Bir gecenin tam ortasında
Bir evin bir odasında
Göz-göze susan
İki insan.
Mum yandı bitti,
Kedi büyüdü gitti.
Oyunlar karıştı gecelerde
Suskun uykusuzluklara.
O iki insandan, sonunda
Birinin anılarında kedi,
Birinin dalmalarında mum
Kaldı gitti.

Nerede bir mum yansa şimdi,
Nerede oynasa bir kedi,
Birbirine yansıyor, karışıyor gölgeleri..
Bugün dün gibi oluyor,
Dün bugün gibi.
Mum ellerimi tırmalıyor,
Belleğimi yakıyor kedinin elleri.


                         Özdemir Asaf ~~

16 Mayıs 2010

Ben senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin...

Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orda beraber yaşarız
külümün içinde külün,
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım.
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bu günlerde?

İçimden bir şey :
belki diyor.


18 Şubat 1945
Piraye Nâzım Hikmet
De ki, '' Kusur işledin, o yüzden terkettim seni '',
Suçuma suç ekleyeyim senin için hiç çekinmeden;
Aksak yürüyor, de, sekmeye başlayayım hemen şimdi,
Gerçeklerine karşı kendimi savunmaya girişmeden.
İnan sevdiğim, yeter ki dileğin olsun diye senin,
Senin istediğini bilen benim kendime yapacağımın
Yarısını bile yapamazsın beni küçük düşürmek için:
Tanışıklığı boğar atarım, tanışmıyor oluveririz yarın.
Yoluna çıkmam bir daha, hiç gezdirmem dilimde
Senin tatlı, sevgili adını bile bundan böyle;
Bakarsın eski yakınlığımızı anmadan edemem de,
Bilmeden ona saygısızlık ederim belki diye.
             Senin için kendimle bile savaş açarım, yemin ederim;
             Sen birinden nefret ediyorsan, ben onu nasıl severim ? 

                                                                                       W. Shakespeare  ~
                                                                                            89. Sone ~